Aslında her yok oluşun sonu, yeni bir var oluşun başlangıcıymış. Umutların tükendiği, korkuların gezindiği, dostlukların bittiği, aşkın yavaş yavaş karanlığa gömüldüğü dünyamda, zincirleri vururken gönül sarayımın kapısına, yağmur yüklü bulutların ardında, yeniden bir güneş doğdu üstüme, direnişin yıkılışa teslim olduğu o anda. Acıların ve hüzünlerin ağırlığı ile eğilen başımı offff çekip kaldırırken, O'nu gördüm karşımda.
Sığ sularda fırtınaya yakalanıp, rotasız kalmış gemilerin yorgun kaptanlarına yol gösteren deniz feneri; kaybolduğum karanlık, sonu görünmez girdaplar misali dipsiz tünellerde sönmeyen bir kandil feneri, Karadeniz'in deriliklerinde ki engin ormanlar gibi bazen yeşil, bazen deniz mavisi gözleri. Karadeniz'in dibinde olur mu hiç orman diye mi soracaksın? Benim baktığım gözle bakmış olsaydın o gözlere, görürdün sen de, hem yemyeşil ormanları, hem gök mavisi uçsuz bucaksız deryaları.
Baktı, baktı hafifçe gülümsedi. Sarı saçları omuzlarına kadar uzanmış, deli dolu çağlayan nehirdi. Bu güne kadar görmediğim parlaklıkta ki bir yıldız gibiydi. Tebessümüyle oluşan gamzeleri, güzelliğini tescil eden, yaratanın ona bahşettiği doğal bir mühürdü sanki. Ya o sesi, güle tutkun bülbülleri kıskandıracak kadar güzeldi. Karşımda duran ve şu an bütün güzelliği ile beni büyüleyen bu peri kimdi? Öyle hoş, öyle alımlı, öyle güzel ki; bir o kadar da mükemmeldi. Peki ama ismi neydi? Bayan 656 ....
NOT: 656 benim o günkü yolculuk yaptığım otobüsün sefer sayısı, bu bayanda hostesi idi. İsmini sorduğumda gülümseyerek bayan 656 diye kendisi söylemişti. Gerçek ismi neymiş peki diye sorduğunuzu duyar gibiyim ... Ama bunu bende bilmiyorum.
|